top of page
Writer's pictureZübeyde Korkmaz

Alexandre Cabanel’in Başyapıtı: Düşmüş Melek ve Şeytanın Psikolojik İncelemesi


 

Tüm göksel dinlerde, Adem’e secde etmediği için cennetten kovulan şeytanın öyküsü anlatılır, kuşaklar boyu dilden dile aktarılır. Şeytan, herkesce kötülenir ve aşağılanır. İnsan, demek binlerce yıldır aynı; duyduğu her şeye bağnazca inanır. Dedikodu denen şey de böyle türemez mi zaten? Sokak aralarında bir söz yayılır, herkes o kişi hakkında konuşmaya başlar. Hatta bu dedikodular öyle bir hal alır ki, herkes bu yalana kendinden de bir şeyler katmaya başlar. Duydukları şeyin doğru olup olmadığını o kişiye sormak kimsenin aklına gelmez. Kimse o kişiyle konuşmaya yeltenmez, hatta o kişiden vebalıymışçasına kaçılır. O kişi sorgulanmadan yargılanır, ötekileştirilir, dışlanır. İşte, şeytanın durumu da böyledir aslında. Doğar doğmaz, şeytanın kötülüğü anlatılır kişioğluna. Ondan alabildiğine kaçması, hatta onun taşlanması gerektiği öğretilir. Peki, kaç kişi şeytan üzerine “gerçekten” kafa yormuştur? Kaç kişi dünyada en kolay iş olan “suçlama” yerine, zor ve sıkıntılı olan “sorgulamayı” ve “anlamayı” seçmiştir? Kaç kişi şeytanı suçlamadan önce onun duygularını anlamaya çalışmıştır? Kaç kişi kendini şeytanın yerine koyabilmiş, hissettiklerini anlamaya çalışmıştır? Buna, âcizâne “bendeniz ve Alexandre Cabanel” yanıtını veriyorum. Şeytanın ne hissettiğini sorgulayıp anlayan, görebildiğim kadarıyla işte ancak bu iki kişi. Elbette dünya üzerinde başka insanlar da düşünüp sorguladıysa, ne âlâ. Şeytan, çok sevdiği Tanrısına aşkla bağlıyken, bir gün Tanrısı yeni bir canlı yaratır ve şeytanın ona secde etmesini ister. Şimdi, onu anlamak için bir anlığına durup şunu düşünmek gerekir; çok sevdiğiniz, bütün yaşamınızı ona adadığınız, adını teşbih gibi diline doladığınız, uğrunda nice emekler verdiğiniz karınız ya da kocanız bir gün eve bir başka kadınla veya erkekle geliyor ve onun sizden üstün olduğunu, bundan böyle ona itaat etmeniz gerektiğini söylüyor. O an hissedeceğiniz ve düşüneceğiniz şey ne olurdu? Önce büyük bir şaşkınlık yaşardınız. Sonra düş kırıklığına uğrardınız, gerçek olduğuna inanmak istemezdiniz. “Bunca çabamın hiç mi değeri yoktu?” diye düşünürdünüz. “Acaba ona yetemedim mi?” diye sorardınız kendi kendinize. Ağır bir üzüntü tüm bedeninizi çepeçevre sarardı. Karşınızdakinin, üzüntünüzü görmesini beklerdiniz ancak bu konuda kararlı olduğunu gördüğünüzde, onun size gerçekten ihanet ettiğini, tüm çabalarınızın boşa gittiğini düşünürdünüz. Sevginizin, aslında bunca zaman hiç karşılık bulmamış olduğunu anlardınız. Önce derin bir kederle ağlar, kavga eder, onu ne kadar çok sevdiğinizi anlatmaya ve onu bu ihanetten döndürmeye çalışırdınız. Oysa o, karşınızda son derece katı bir tutum ve kararlılıkla bu konuda ne kadar ciddi olduğunu size kanıtlıyor haldedir. Bu gördüğünüz kararlılık, sevginizi nefrete dönüştüren bir eşik olacaktır. O andan itibaren içinizdeki kırgınlık, yerini öfkeye bırakır. Bu noktadan sonra, içinizde sonu gelmeyen ve büyüdükçe büyüyen bir öç duygusu belirir. İçinizde üzüntü, kırgınlık, öfke ve nefret duyguları karışmış durumdadır. Kierkegaard bunu şu sözüyle gayet güzel betimler; “nefret, başarısızlığa uğramış sevgidir.” İşte yukarıda tümcelerce anlatılan ve Kierkegaard’ın sözlerle anlatmaya çalıştığı bu yıkıcı duyguları, ressam Alexandre Cabanel müthiş düş gücü ve usta ressamlığıyla tuvale aktarmayı başarmıştır. “Düşmüş Melek” adını verdiği tablosunda şeytan cennetten kovulmuş ve yeryüzüne düşmüş, kaşları nefret ve öç duygularıyla çatılmışken, içinde yaşadığı derin acı ve düş kırıklığının etkisiyle gözlerinden gözyaşları süzülmektedir. Düş kırıklığı, nefret ve öç duygularının mükemmel yansıtıldığı bu tabloda, şeytan adeta canlı bir insan gibi gözlerimizin önündedir. Tabloda şeytanın duygularla dolu bakışları o denli gerçekçi resmedilmiştir ki, yaşadığı tüm duygular açıkça gözlerinden okunabilir. Görünen o ki Cabanel, şeytanın üst üste yaşadığı ağır duygu zincirini yüksek zekasıyla bir ruh bilimcisiymişçesine incelemiş ve çözmüş, bununla da yetinmeyip olağanüstü ressamlığıyla bu duygu zincirini tuvale aktararak, yaptığı psikolojik çözümlemeyi ölümsüzleştirmiştir. Cabanel’in bu duygu dolu tablosu, görenlerin yüreğinde derin izler bırakır. 1847 yılında tuvalle buluşan bu müthiş başyapıtı yakından görmek isteyenler, Fransa’da bulunan Fabre Müzesi’ni ziyaret edebilirler.







 





Comments


bottom of page