top of page

DEĞİŞMEYEN TEK ŞEY VE İÇ DÜNYAMIZ




Bazen olur öyle. Hiçbir şey yapasın gelmez. Uyur, uyanırsın. Yatağını bile toplamazsın. Çok sevdiğin çiçeklerini sulaman gerektiğini bilirsin, ama içinden gelmez. Yapmazsın. Bir yürüyüşe çıksam, kahve içsem otursam dersin. Ama sonra çıkmazsın, çıkamazsın. Bir engelin olduğunda değil maddesel anlamda. İç dünyanda seni tutan bir şey olur. Elini, kolunu, ve hatta duygularını ve düşüncelerini bile bağlayan bir güç. Bir isteksizlik, hevessizlik hali ele geçirir bünyeni. Kurtulamazsın bir süre. Günler öylece geçer, sen evinde yalnızlığınla, rutin işlerini yürütürken. Yalnızca yapman gerekenleri yapıp, hiçbir şeyden keyif almadan öylece günlerin, haftaların, ayların geçer. Üstelik sen bu halinin farkında da değilsindir. Sadece yaşamsal faaliyetlerini sürdürüyorsundur ama yaşadığını sanıyorsundur. Yaşamak böyle bir şey değil.





Yaşamak nasıl bir şey? Hangi duygu, hangi durum bize yaşadığımızı hissettiriyor? Daha önce ölmedik ki yaşamak nasıl bilelim. İşin kötüsü yaşayıp yaşamadığımızı merak dahi etmiyoruz. Farkında bile değiliz, yaşadığımızı sandığımız anlarda aslında bir ölüden pek de bir farkımız yok. Nefes alan, düzenli çalışan bir organizma “yaşamak” için yeterli mi? Öylece sürdürdüğümüz bir hayat, o bezmişlik hali biter mi? Bu dipsiz bir kuyuysa şayet, çıkmanın hiç mi yolu yok? İnsan her zaman bir şeyleri bekler mi gerçekten? Tümüyle vazgeçtiği, inancının kalmadığı bir an hiç mi olmaz? Olur bazen. Bir yaprak gibi rüzgarın onu savurmasını bekler bazen. Biraz korku, biraz umutla bekler öylece. Essin ve beni bir yere götürsün. Bana iyi gelecek, ne olduğunu bilmediğim ama bana iyi gelmesini umduğum o yere beni götürsün. Ait olduğum toprağa düşürsün, ihtiyacım olan ağacın yakınında bıraksın. Yaprak sonra bir başka rüzgarla başka bir yere gider ya. Bizim de hakikatimiz; esen rüzgarlarla ait olduğumuz yeri aramak mı acaba? Zaman geçerken hep korktuğumuz bir anlam bulamamak, olması gerektiği yeri bilmemek ve orda olamamak ya hani. Ya olması gereken bu arayışsa yalnızca? Hatta ya olması gereken diye bir şey hiç yoksa? Her insanın hayatı; farklı yerlerde; farklı insanlarla tanışıp; farklı deneyimler edinip yalnızca öğrenmekten ibaretse? Neden hep somut bir gerçeklik istiyoruz mesela? Öğrendiklerimizden çıkardığımız dersleri uygulayabilmek için tekrar benzeri bir durum olmak zorunda mı? Her sınav, her tecrübe kendine has oysa ki. O zamanda, onu öğrendin ve bitti. Şimdi başka bir yere, başka bir şey öğrenmek üzere gitmelisin, ya da çoktan gidiyorsun. Belki de yaşamak bundan ibarettir. Ölmeden bilemeyiz tabii.




Ne yaşadıklarımız doğrusal bu hayatta, ne de yaşadıklarımızın bize hissettirdikleri. Dizilerdeki gibi düşünün, zor zamanları olur bazen karakterlerin. O günler geçince birkaç güzel gün geçirirler. Sonra yine zor zamanlar, mücadeleler. Bu böyle bir döngü işte. Zor zamanlarımız oluyor, o birkaç güzel gün için verdiğimiz mücadeleler oluyor. Sonra yenileri geliyor. İşin ilginç tarafı, ne yaşarsak yaşayalım bu sonsuza kadar sürecek sanıyoruz. Ve ne hüzün, ne sevinç çok da uzun süre bizimle kalmıyor. Zaman geçiyor, hayatımız değişiyor, hissettiklerimiz değişiyor. Ve o anda doyasıya yaşamadığımız her duygumuzla o anları, hayatımızı harcıyoruz. Çok duyguya odaklı yazıyorum, fakat bence hayatı gerçek kılan duygular. Sırf maddesel dünyadaki var oluşlar bizi yaşatmıyor. Düzenli ve sağlıklı çalışan organizmalar olarak, bize söylenenleri yerine getiriyoruz yalnızca. Kendimize dönmek, öğrenmek, keşfetmek gibi bir çabamız yok. Buna ihtiyacımız olduğunun bile farkında değiliz çoğu zaman.



Hayatımıza giren her insanda kendimizden bir şeyler görmeye çabalarız. Sevmediklerimizde aksini belki. Her deneyimin sonunda kendimiz adına bazı tanımlamalar yaparız. Neyi sevip, neyi sevmediğimize dair kesin ve net cümleler kurarız. Hayatın ve durumların değişkenliğini göz ardı ederiz bu esnada. O sırada sevdiğin şeyi, bir zaman sonra sevmeyeceğini bilmediğinden bu kadar net konuşmakta bir beis görmez kimse. Neyi sevip neyi sevmediğinden emin olmadığı zamanlarında insana bir kal geliyordur belki de. O öylece yaşayıp gittiği, birbirinin aynı geçen, hevessiz, keyifsiz geçen günlerinde içten içe kendini arıyordur belki de insan. Farkında olmadığı bir değişimin içindedir ve o değişime ayak uydurmaya çalışıyordur yalnızca. Hiçbir şeyin kalıcılığının olmadığı hayatlarımızda böyle zamanlarımızı da kabul etmeli, o zamanlarında gerekli olduğunu bilmeli ve ne yaşanması gerekiyorsa yaşamalıyızdır. Hayallerden çok bahsetmiştik sevgili okur, bu yazıda fazlasıyla görünür olan bir gerçekliği yazmak istedim. Hatta belki de hayatın tek salt gerçeğinden. Zamanın akışıyla hayatın içindeki her şeyiyle sürekli değiştiğinden. Çoktan söylenmiş bu gerçek hakkında yazarken, önce kendime hatırlattığımı bilmenizi isterim. Yüz yıllar önce söylenmiş bu gerçek, çok önceleri kabul görmüş. Ama işte zaman zaman hatırlatmak gerekebiliyor. Umuyorum niyetleri, duyguları iyi olan herkes için hayatındaki her değişim güzellikler getirir.



bottom of page