İlk Belgesel
İzlediğim ilk belgesel filmlerden biriydi Tahtacı Fatma. Ve bu filmin önemini hemen fark etmiştim. Politik filmlere karşı olan ilgimden ötürü kafamın bir köşesinde yer eden ve bir film projesinin içindeyken bana her zaman yol gösterici olan, zamanı asla geçmeyecek, asla tükenmeyecek bir filmdir Tahtacı Fatma. Yapısal olarak sonraki kuşaklara emsal niteliğindedir.
Belgeselin yönetmeni Suha Arın, toplumdan izole yaşayan ve zor koşullar altında geçimlerini sürdüren tahtacıların hikayesini anlatır. Film ise bittiğinde akıllara şu soru düşer: Fatma’ya ne oldu?
“Fatma’ya ne oldu?” sorusu yönetmen Sezer Ağgez’in de aklına düşmüş olacak ki 40 seneden sonra Tahtacıların ve Tahtacı Fatma’nın yaşamının nasıl değiştiğini araştırmış ve ortaya Fatma’dan Sonra 40 Yıl belgeseli çıkıvermiş.
Ah Bu Ön Yargılarım
Bir küçük itirafla başlayayım. İsminden de hareketle, belgeselin tamamen Tahtacı Fatma’nın hayatına odaklanacağına adım gibi emindim. Tahtacı Fatma belgeselindeki görüntüler kaynak olarak kullanılacak, bu görüntülerle de Tahtacı Fatma’nın şimdiki hali kıyaslanacak ve “Yaşamı nasıl ilerledi?” sorusu irdelenecekti. Epey ön yargılıymışım, hiç de beklediğim gibi olmadı. Filmde akademisyenlerin ve yönetmenlerin şahane yorumlarıyla belgesel filmcilik de anlatılmakta. Ben buna hayran kaldım ve ne kadar dar baktığım konusunda moralim çok bozuldu.
Tahtacı Fatma’nın hayatına gelene kadarki bölümde, belgesel filmin ne olduğuna dair bir çerçeve çizildi kafamızda. Bilgi verici niteliğinden dolayı röportajlar biraz tempoyu düşürse de bu bölümün önemini asla ama asla yadsıyamam çünkü bu kısım, Tahtacı Fatma belgeselini daha önce izlememiş bir insanı dışlamadan filmin içine alıyor. Suha Arın’ın bu harika belgeseline rastlamamış birisi rahatlıkla gelip bu filmi izleyebilir. Buna çok dikkat edilmiş ve bana kalırsa bu özellik, belgeseli bir devam filmi niteliğinden çıkartıp başlı başına bir film haline getirmiş. Buradan hareketle şunu eklemek isterim ki Fatma’dan Sonra 40 Yıl, belgesel sinemanın ne olduğuna dair önemli bir araştırma filmi de olmuş. Belgesel çekmek isteyen, filmlerle uğraşan her insanın izlemesi gereken bir film olduğunu düşünüyorum çünkü bu kıymetli röportajlardan konsantre bir şekilde belgeselcilik dersi alıyoruz.
Belgesel filmlerin anlatımından sonra ise yönetmen Sezer Ağgez, usta belgeselci Suha Arın’nın sinemasına geçiş yapıyor ve böylelikle tahtacıların hayatlarındaki değişikliklere yavaş yavaş tanık oluyoruz.
Tahtacılar
Kadın erkek, çoluk çocuk kaç koldan işe girişiyorlar ama göründüğü kadar kolay bir iş değil tahtacılık. Ellerinde elektrikli testereler olsa bile herkes bu işin üstesinden gelemez. Devlet ağaçları işaretler, onlar da belirlenen ağaçları keserler. Ağaçları keserler kesmesine ama asla doğaya zarar verici bir açgözlülükle yapmazlar bunu. Tam tersine ekmeklerini doğadan kazanırlar ve doğayla uyum içinde yaşarlar, ormanı severler. Akademisyen ve yönetmen Nesli Çölgeçen “Süha Hoca onlara ‘ormanı kesenler’ olarak bakmadı, onlara ‘ormanı koruyanlar’ olarak yaklaştı,” diyor. İşte Suha Arın’ın hümanist bakışı… Tahtacılar daha iyi tanımlanamazdı herhalde.
Tahtacıların filozof gibi konuşmalarını bir kez daha hayranlıkla izledim. Bütün günümü ayırıp dinleyebilirim onları. 40 yıl aradan sonra bile değişmemiş o insanî yanları. Tahtacılık mesleği solmuş gitmiş, orman değişmiş, zaman geçmiş ama tahtacıların o güzel bakış açıları hiç değişmemiş. Aydın, bilgili, kültürlü insanlar aynı saflığıyla duruyorlar. Onları izlerken Nazım Hikmet’in “O, topraktan öğrenip kitapsız bilendir,” dizesini aklımdan bir türlü silemedim.
Özgür Orman, Tutsak Şehir
Makineler, işlerini ellerinden alınca tahtacılık bitiyor ve gençler büyük şehirlerde fırsat arıyorlar. Köyde yapılan röportajlar bize gösteriyor ki onlar ormanda yaşamanın zor olduğu konusunda hemfikir ancak en ilkel koşullarda olsa bile ormanda diğer insanlardan bağımsız bir şekilde istedikleri gibi yaşamaya da özlem çekiyorlar. Konar göçerliğin verdiği özgürlüğü coşkuyla anlatırlarken yerleşik hayatın tutsaklığından dem vuruyorlar.
Tahtacı Fatma telefonun, televizyonun ya da herhangi bir teknolojik aletin olmadığından bahsediyor ama akşamları ateşin başında muhabbet ettiklerini ekliyor aynı zamanda. “Yediğimiz her şey doğaldı,” diye anlatıyor.
Her ne kadar ilkel koşullarda çalışmak durumunda kalınsa da tabiatın kucağında hür ve her yönüyle doğal bir yaşamı düşününce, şehir yaşamı sizin gözünüzde de bayağılaşmıyor mu?
Bitirirken…
Benim gibi türkü aşıkları mutlaka duymuşlardır tahtacı semahını. Eğer siz dinlemediyseniz büyük seyirci, mutlaka dinlemelisiniz o bağlamanın güzel ezgisini. Hep almaya odaklı modern insan yerine fedakâr insanların müziklerini duymak, onların hayatlarını tanımak insan kalabilmenin en güzel yolu olsa gerek.
3-11 Kasım 2022 tarihleri arasında düzenlenen Ankara Uluslararası Film Festivali'nde belgesel yarışma filmlerinden biri olan Fatma'dan Sonra 40 Yıl belgeselini ilk gösteriminde izlemiş olmak, benim için çok büyük bir şanstı.
Bu güler yüzlü ekibin ellerine ve emeklerine sağlık.
Comentarios