Antik Yunan’ın verimli topraklarından kalkıp gelen, engebeli yollar ve dik yokuşlardan geçen felsefenin hiç kuşkusuz en önemli noktası, sorduğu sorulardır.
Sorgulayıcı ve eleştirel bir yaklaşım tarzını benimsemiş felsefe, sorulara büyük önem verir ve soruları cevapların bile önünde tutar. Cevapların değil de soruların ön planda tutulmasının başlıca nedeni, filozofların kesinlik peşinde olmayışıdır. Onlar için önemli olan felsefi sorulara verilen cevaplar değil, bu soruları sorarken uğrağımız duraklar ve sorgulama biçimimizdir.
Her felsefi disiplinin kendine has bazı soruları vardır. Örneğin estetik “Güzel nedir?”; etik “İyi ve kötü nedir?” gibi sorular sorar. Her filozof bu sorulara farklı bir şekilde yaklaşabilir ve cevaplarını birbirinden tamamen zıt noktalarda konumlandırabilir. Buna kaynaklık eden ise, yukarıda da belirttiğimiz gibi, felsefenin bir kesinlik arayışında olmayışı ve düşünsel bir etkinlik olarak insandan insana farklı seyretmesidir. Eğer ki her filozof, kendinden önceki filozofun karda bıraktığı ayak izlerini takip ederek yürüseydi, onun gittiği yerden ötesine geçemezdi, onun görmediği yerleri göremezdi. Dolayısıyla soruların farklı yönlerden değerlendirilmesi ve farklı cevaplarla eşleştirilmesi, düşünsel zenginlik açısından oldukça önemli bir faktördür.
Filozoflar sordukları sorular ve verdikleri cevaplarla kendi felsefelerini oluştururlar. Onların felsefesi, onların dünyasının bir ürünüdür. Zamanla daha önce verdikleri cevaplardan vazgeçebilir, yeni sulara yelken açabilir ya da eksiklerini belirleyerek bu eksiklikleri giderebilecekleri çalışmalara yönelebilirler. Bu noktada filozofların birbirini eleştirmesi ve birbirinin düşünceleri ile oynamaları, felsefeyi zenginleştiren bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bugün "A" düşüncesini benimseyen bir filozof, yarın "B" düşüncesini öne sürebilir ve "A" düşüncesinden tamamen vazgeçebilir. Bir filozofun düşüncesi kendi için bile yüzde yüz kesinlik içermez, değiştirilebilir ya da geliştirilebilirdir. Örneğin, büyük bir filozof olan Wittgenstein, Tractatus Logico-Philosophicus isimli kitabını yazdıktan sonra felsefeyi tamamladığını, artık üzerine koyacak bir şey kalmadığını iddia etmiş, bir süre sonra ise bu fikrini değiştirmekle kalmayıp Tractatus’ta dillendirdiği bazı fikirlerinin de artık arkasında durmayarak yerlerine yenilerini yerleştirmiştir.
Felsefeye dair kesin olan bir şey varsa, o da felsefenin hiç de kesin olmadığıdır. Sorgulamak, eleştirel yaklaşmak ve değişimden korkmamak felsefenin mihenk taşıdır. Sokrates’in o meşhur cümlesinde de dediği gibi, tek bildiğimiz hiçbir şey bilmediğimizdir ve biz bu yüzden felsefede kesinlik peşinde koşmayız, cevapları soruların önüne koymayız. Felsefe kesinlik içermez ve hiçbir zaman da içermeyecektir.
Comentarios