Selamlar herkese
Güneş…
Hani hepimizi ısıtan, besinlerimizin büyümesini sağlayan, aydınlatan güneş. Elektrik, ısı kaynağı. Denize gittiğimizde altında yatar güneşleniriz. Elmanın, armudun, şeftalinin büyümesini sağlar. Daha sayamadığımız birçok şeyi yapan bir yıldız, güneş. Düşünün ki bir gün uyanıyorsunuz ve her sabah sizi selamlayan güneş, sizi öldürmeye başlıyor. Böyle bir distopya hayal edin. Ettiniz mi? Nereye kaçabilirsiniz ki? Temas etmediği, ışınlarının ulaşmadığı o kadar az yer var ki. “Into the Night” isimli dizi, bu distopyayı ele alan bir dizi. Netflix Belçika’nın ilk orijinal içeriği olmasına ilaveten son derece başarılı, son derece güçlü bir bilim-kurgu, gerilim dizisidir. Kadroya baktığımızda, Pauline Etienne, Laurent Capelluto, Mehmet Kurtuluş, Babetida Sadjo, Jan Bijvoet Stefano Cassetti, Vincent Londez, Regina Bikkinina, Alba Gaïa Bellugi gibi isimleri görüyoruz. Evet, yanlış görmediniz, kadroda Mehmet Kurtuluş bulunmakta. Yönetmen ise, Inti Calfat. Ayrıca dizinin senaryosu Jacek Dukaj’ın “The Old Axolotl” isimli romanından uyarlanmış. 1 Mayıs 2020 yayınlanan ilk sezonu izleyiciler tarafından ilgiyle karşılanan Netflix dizisi Into the Night 2. Sezonu ise, 8 Eylül 2021 tarihinde yayınlandı. Henüz 3. Sezon onayı almasa da, alacağından eminim. Dizinin IMDB puanı 7.1. Beraber inceleyelim mi?
Brüksel’den kalkmak üzere olan bir yolcu uçağının, NATO’da görevli olan İtalyan bir subay Terenzio tarafından kaçırılmasıyla başlıyor. İlk sahnelerde telaşla, batı ülkelerine bilet almaya çalışırken görüyoruz. Başlarda anlamsız gelen bu sahne, düşününce mantıklı aslında. Kendisi inanılmaz itici bir karakter. Asıl amacı kendini kurtarmak zaten. Silah zoruyla uçağa bindikten sonra o sırada uçakta olan az sayıdaki yolcuyu ve uçuş görevlilerini rehin alan Terenzio, pilot Mathieu’dan güneş doğmadan önce batıya doğru yol almasını ister. Çünkü güneş doğduğu anda herkes ölecektir. Yani iddiası bu yönde. Biri size böyle bir şey söylese, inanır mısınız? Şahsen dehşete düşerim. En kötü tarafı da ne biliyor musunuz? Bunu aslında bilip, insanlara söylememeleri. Uçaktakiler de bu dehşetle beraber kargaşaya sürükleniyor. Daha sonra bir yandan bu rehin alma olayından sağ kurtulmaya çalışırken, bir yandan da bu iddianın gerçek olup olmadığını öğrenmeleri gerekecektir. Kimisi aralarında terörist olduğunu iddia etmekte, bu kişinin kim olduğunu tahmin etmek zor değil, kimisi uçakta bir katil olduğunu belirtmekte, birisinin daha çok yemek yediği ya da en başında Terenzio’nun yalan söylediğini. Her şeye rağmen birlikte hareket etmenin yolunu bulan ekip, Bulgaristan’da bir sığınağa gelmeyi başarıyorlar. Çünkü güneş ışınlarının ulaşamadığı tek yerler artık buralar.
Sürekli karanlıkta yolculuk etmek zorunda olduğunuzu bir hayal edin.
İlk sezonun sonunda, yolcularımız güneşten saklanmak için Bulgaristan’da bulunan Eski Sovyet Askeri yeraltı sığınağına geliyorlar. Sığınağa vardıklarında güvende olacağını sanan grubumuz, tam tersi bir ortama düşüyorlar. Güvensizlik ve korku içinde hayatta kalmaya çalışıyorlar. Ne yazık ki soluklanmaları bir kaza sonucu yiyecek stoklarının tehlikeye girmesiyle kısa kesiliyor. Kaza olduğu bile muamma iken, ekipler karşı karşıya kalıyorlar. Aniden yeryüzüne tekrar çıkması gereken ekip umutsuzca hayatta kalma mücadelesine yeniden başlar ve Norveç’te yer alan Küresel Tohum Deposuna (Global Seed Vault) seyahat etmek zorunda kalıyorlar. Ancak bu fikir sadece onların aklına gelmemiştir. Daha çok yiyecek temin edebilmek için grup kendi içinde bölünmek, askeri ekiple iyi geçinmek ve zamana karşı olan bu yarışta çeşitli fedakârlıklar yapmak zorunda kalır. Askerler ve askerlerin tabiriyle “keneler” arasındaki problemler gün geçtikçe artmaktadır. Sonsuz potansiyele sahip olan dizi, sonu gelmeyen entrikalara, nefes kesen uçak sahnelerine sahip. Ucu ucuna kaçırılan güneş ışıkları nedeniyle, her anı gerilim dolu. Dizinin her bölümü bir karakterin gözünden anlatılırken, görüyoruz ki yeni karakterler eklenmiş. Bu kadar yeni karakter, yorucu olmuş. Üstelik hepsi karakter yönünden fazla kötü yazılmış. Hiç mi iyi bir karakter olamaz? İzlerken, bu sezon daha çok durup sağ kalmaya çalıştıklarını görüyoruz. Kaçmaya bir süre ara veriyorlar.
Dizinin ilk sezonu yayınlandığında pandemiden dolayı karantinadaydık ve böyle bir dizi izlemek ne kadar mantıklıydı? 2021 yılındayız ve hala devam eden pandemide ikinci sezonu izledim. Hayatımızda değişen tek şey yılın rakamları olmadı, birçok şeyi bizden aldığı gibi, değişip evrimleşmemize ve uyum sağlamamıza neden oldu. Fakat popülaritesinin artmasında karantinanın etkisi de büyük. Özellikle bu günlerde çok sağlıklı bir seçenek değil. İnsan içten içe şu düşünceye giriyor “Ya, gerçek olursa?”. Şunu belirteyim ki, ilk sezon kadar etkilemedi. Bence ilk sezondaki heyecan ve aksiyon yoktu. Çoğu sahne beni sıktı hatta. Yani asıl olaydan uzaklaştığımızı hissettim. Yine yiyecek savaşları, sığınak savaşları gördük. Artık bunlar klasikleşmiş konular. Oyunculuklar çok iyi. Fakat diziyi iyi yapan aslında, farklı etnik kökenden, ırktan insanların aynı ortamda bulunup, bunları görmezden gelip, birlikte hayatta kalmaya çalışması. Bunu keşke bütün diziler yapabilse. Bu dizide de ilk birkaç bölümde vardı fakat sonradan bu düzeldi. Senaryoda boşluklar elbette ki var. Kusursuz senaryo var mı? Mantık hataları da var ama bu izlenmeyecek kadar rahatsız edici boyutta değil. Bunun dışında Netflix finale yeni dizisinin duyurusunu sıkıştırmış. Böyle şeyleri seviyor. Aynı evren içinde geçen dizileri bende severim. Çünkü insan merak ediyor. Hayatta kalan başkaları var mı, varsa diğerleri neler yapıyor? Finalde görüyoruz ki, Kıvanç Tatlıtuğ’ un başrolü olacağı dizi, Into the Night evreninde geçiyormuş. Bizi aydınlattılar. Siz şimdi, kanepenize uzanın ve bu anlattıklarımı görmezden gelin. Açın Netflix’i diziye bir şans verin. Anın tadını çıkarın. Keyifli seyirler.
Comments