top of page
Writer's pictureemel san

Sanat Terapisi


 


Sanat Psikoterapinin Tarihçesi


Sanat psikoterapisi alanını 1950’li yıllarda topraktan yüzeyini kırıp çıkan bir filiz gibi düşünebiliriz. Sanatın şifa ile ilişkisi, hayal gücü ve kendini ifadenin ruhsal ve bedensel iyileşme ile ilişkisinden çok daha eski bir tarihe dayanıyor. İspanya’da yeni keşfedilen mağara resimlerine bakacak olursak, kırk bin yıl öncesine gidip oradan başlayabiliriz. Av sahnelerinin resimlendiği mağara resimleri, insanın korku ve umut arasındaki gel-gitlerindeki güven arayışını anlatıyor. Belirsizliğe göğüs gererken, başa hayal gücü ile çizim becerisini birlikte işleterek bir strateji oluşturma çabasını ve prova yaparak kendisini zor karşılaşmaya hazırlama sürecini görüyoruz. Bu işlevler, bugün uygulanan sanat psikoterapisinde hala daim olan sanatın iyileştirici ve duygu düzenleyici işlevleri.


Bir meslek olarak sanat psikoterapisinin tarihine odaklanacak olursak, 1900’lü yıllara gitmemiz gerekir. Art Therapy yani sanat terapisi terimini Adrian Hill’e borçluyuz. Hill 1. Dünya Savaşı'ndan tüberküloz ile döndükten sonra, tedavi gördüğü sanatoryumda resim yaparak kendi iyileşme sürecini fark eder ve aynı sanatoryumda sanat dersleri vermeye devam eder. Sanatın bir terapiye araç olduğunu anlatan “Hastalığa Karşı Sanat” isimli bir kitabıyla alana temel olan fikirlerini daha da artiküle eder.


Birbirlerinden habersiz ama eş zamanlı olarak 1940’larda da Amerika’da alanın büyük anneleri olarak bilinen Margaret Naumburg ve Edith Krammer sanat psikoterapisine bugünkü mesleki kimliğini kazandıracak önemli temelleri atmaktadır. Yaklaşımı "Sanat daha psikanaliktiktir, sanat bir tür sanatsal dışavurum bir tür serbest çağışım gibi bilinçaltını yüzeye çeken yöntemidir." diye düşünür. Yani, olağan gündelik zihinsel akışta dile gelmeyecek şeyler, resim yaptıkça, heykel yaptıkça ya da dans ettikçe ortaya çıkar. Ele aldıkça ve bedenselleştirdikçe kendini tanıma, kendi ikilemlerini bütünleştirme fırsatı bulur. Özellikle II. Dünya Savaşı’ndan sonra post travmatik stres yakınmalarıyla gelen askerler için sanat terapisi kullanımı yaygınlaşır. 1970’li yıllarda bir çok ruh sağlığı hastanesinde ve psikiyatrik klinikte, diğer ruh sağlığı profesyonelleriyle beraber klinik ekibin üyesi olarak sanat terapisti kadrosu oluşur ve düzenli sanat terapi grupları ilerler. Bugünse halen bu interdisipliner pratik sürmektedir. Ülkemizde de benzer bir yapılanma görmekteyiz ancak henüz kadrolaşmanın resmi veya yaygın olduğu noktada değiliz.


Sanat Terapisinin Dayandığı Temel İlkeler


Belki de en önemli ilkelerden birisi, farklı, hatta zıt duyguları entegre etmektir ve sanat psikoterapisi bunun için ideal bir zemin sunar. Çünkü bir kağıt üzerinde öfkeyi ve şefkati, korkuyu ve umudu aynı anda çizip boyayabilirsiniz. Ayrıklaşmış bu tarafları sentezlemeyi mümkün kılan bir zemindir. Hareketle bir duygudan diğer duyguya geçişin koreografisini araştırmak, o duygular arasında bireyin hayatın içerisinde de geçişkenleşmesini kolaylaştırır. Dolayısıyla bu zıt kutupları birleştirmek, ayrıklar arasında köprüler kurmak sanat terapisi uygulamasının dayandığı sanatın temel işlevlerinden biridir.


Bir Sanat Terapisi Seansı Nasıl Gelişir?


Sanat terapisi, terapist-danışan olarak ya da gruplarla grup lideri ve katılımcılar olarak yapılabilir. Ayrıca bu terapi etkinliklerinde, çiftler ve aileler de birlikte sanat yaparak ailenin işleyişi ve çatışma çözümleri bulunabilen bir sisteme dönüşmesini sağlamak mümkün. Ben bireysel ve grup sanat terapisinde izlenen yol haritasından bahsedebilirim.


Seans başında kendinizi adeta bir kapıdan içeri giriyormuşsunuz gibi düşünebilirsiniz. Nasıl kapıdan içeriye girdiğinizde montunuzu, çantanızı çıkarırsınız, anahtarınızı bırakırsınız, sanat terapisi seansında da, o günün dertlerini, kimliğini, seansta oturduğunuz koltuğa bırakırsınız. O andan sonra “şimdi ve burada” gelmek üzere duyularınıza odaklanırsınız. "Bugün burada olmak nasıl bir bedensel his?", "Nasıl duygular bana eşlik ediyor?", "Bu imgeler, anılar çağrışımımda bunları paylaştıktan sonra bugün benim ihtiyacım ne?", "Bugün benim sorum ne?" sorularıyla problemler tanımlanabilir. Yavaş yavaş bu sorunun ele alınacağı ve cevap bekleyen sorunun araştırmasının yapılacağı bir tür sanat gündemi oluşturulur. Peki bunun resmini yapsak ya da bunu anlatırken ellerini sık sık yumruk yapıp sıksan, bu yumruk sıkışlar bir tür dans ve harekete dönüşse nasıl bir hareket olur acaba diye sözden sanatsal keşfe geçilir. Yani seansın ilk aşaması giriş ve konuşma, ikinci aşaması da sanatsal dışavurum olur ve bu dışavurum bir şekilde sözelden çok organik bir geçişle sağlanır. Bu ikinci aşamada giderek günün gerçeğini, kimliğinizi, probleminizi bir kenara bırakır, sanatsal sorunla uğraşmaya başlarsınız. "Sarıyla mı boyasam bunu, yeşille mi? Yoksa palette olmayan başka bir renkle mi karıştırsam?". Problemle estetik bir mesafe kurulmaya başlanır ve burada hayatta olmayan kontrolü, hayatta olmayan serbestliği deneyimlendiği beyaz kağıdın üzerinde ya da boş alan içerisinde, sessizliğin içerisinde olabildiğine özgürce ve dolayısıyla yaratıcı bir şekilde keşfedilir. Bu süreç özellikle dışavurumcu sanat terapisi yöntemiyle çalışırken bir intermodal transferle bir geçişle dönüştürülür. Yani yaptığınız şeyin dile gelse ne söyler ya da yaptığınız heykelin hareket etse nasıl hareket eder diye düşünerek bir sanat dilinden başka bir sanat diline geçersiniz ve bu gerçekten insanın konuyla kurduğu ilişkide perspektifini değiştiren bir araçtır. Bu perspektif değişikliğinden sonra tekrar koltuklara dönülür. "Acaba biz bugün ne yaptık? Neyi keşfettik sanatla? Bu 60 dakikalık resimden dansa geçen, danstan şiire geçebilen sanat serüveninde neyi keşfettik? Bu yaptıklarımızdan hangisi bize dokundu, hangisi bize tam bir sürpriz gibi geldi, hangisi seni şaşırttı?" diye yaptığımız eseri tamamen ön yargısız bir perspektifle ele alırız. Burada yorumlamadan önce duyusal ve estetik olarak yaptığımız şeyi tanımaya çalışırız. Bu da gerçekten yeni bir özgürlük alanı, uzaktan bakma fırsatı ve üretilen yaratıcı şeye bir dil üretme fırsatı verir. En sonunda sanat ve hayat arasında köprüler kurmaya çalışırız. Bugün sanatsal süreçte yaşadığın bir şey, heykel malzemesiyle zorlanman ya da dans ederken bir türlü yerden kalkamaman ya da yerde yatıp sonra ayağa kalkabileceğin bir harekette o yükselmeyi bir türlü gerçekleştirememek... Acaba bu yaşanan süreçten her hangi bir şey sana tanıdık geliyor mu hayatında? Hayatta da benzer şeyler oluyor mu?


Sanatsal süreçle yaşamsal süreç arasında bir karşılaştırma yaparız. Evet, hayatta da böyle oluyor. Hayatta aynı şeyi yaptığımda böyle kötü sonuçlarla karşılaşıyorum. Sanatla aynısını yaptığımda bu durumu çözebileceğimi fark ettim, başka bir stratejiyle ya da sanatta bir cezayla karşılaşmayınca kendimi denemekte biraz daha özgür hissettim, kendimi bütün duygularımla ortaya koyabildiğimi fark ettim. Sanatsal süreç insanın yaşamdaki sürecin bir replikasını oluşturarak hem ayna tutabilir, hem de başka ihtimallere izin verecek şekilde yaratıcılığını kullanarak problemi çözmesine ön ayak olabilir. Yaratıcı süreci hayattaki süreçlerin bir paraleli olarak ele alabiliriz. Ortaya çıkan eser bireyi yansıtan bir şey olabilir ya da bireyin başka bir mercekten aynı problem hakkında fark etmediği detayları göz önüne süren bir kör noktayı aynalayan bir dikiz aynası işlevi görebilir. Bireyin sanatsal ifadesiyle hayatı arasında bağlantılar kurduğumuz zaman, son kısımda bir ödev veririz. Acaba bugün sanatsal süreçte deneyimlediğin yeniliği hayatta nasıl yapabilirsin? Bu hafta içinden kalkmak gelmediğinde direncine kapılmışken müziğe kulak verebilir misin ya da ışığın yönünü takip edebilir misin? Dans ederken çözüm neyse onu hayata aktarsak bu başarılı olur mu, deneyebilir misin? Bu sanatsal süreçteki çözümün hayattaki karşılığını gerçekleştirme projesidir ödev. O ödevle ya da soruyla. O ödev bazen de hayatta da böyle mi? Sen bu özlem duyduğun şeyi hayatın içerisinde nerelerde var edebiliyorsun? Önemli bir varoluşçu soruyla çıkışını sağlayabiliriz. Nasıl ki misafirlerimiz kapıda girerken bıraktıklarını çıkarken alıyorsa, sanat psikoterapisi seansında danışan ayrılırken seansa getirdiklerinin bir kısmını dönüştürmüş şekilde, çantasına yeni bir dönüştürme aracı da ekleyerek seansın onu uğurlarız. Genel hatlarıyla bir seansın mimarisi dediğimiz model bu şekilde işler.


Şahsen ben de yazıyla uğraşmayı çok severim; yazdıkça ruh halimin dönüştüğünü hissederim. Sanatla uğraşmak insanı sağaltıcı etkilere sahip olduğu kadar, bir miktar da dağıtabilen, her icat süreci gibi biraz da aklın sınırlarını zorlayan, çıldırtıcı bir süreç. Sanat terapisinde çıldırtıcı etkiden çok, sağaltıcı olan özgürleştirici, özgünleştirici ve bütünleştirici işlevlere odaklanıyoruz diyebiliriz. Sanatla uğraşmanın insanı belirsizlikle ve kaosla yüz yüze getiren ve ona düzen getirmekle ilgili bir uğraş olduğunu söyleyebiliriz. Bu bazen sanatçıların bünyesini çok yorabilen bir deneyim haline gelebiliyor. Van Gogh ya da Frida Kahlo örneklerinde gördüğümüz gibi, ruhsal ve fiziksel acıyı bambaşka bir esere dönüştürebilme, bir esin kaynağı olarak değerlendirme fırsatı sunuyor sanatsal ifadeler. Dediğimiz gibi bir dönüşüm söz konusu.


Bu dönüşümden şu şekilde de bahsedebiliriz: Her duygusal deneyimin bir fiziksel yükü var. O fiziksel yükü, eylem odaklı bir terapi metodu, dışa vurarak gerilimi çözmemizi sağlayan eforlu bir çalışmayla sıkıntının yanına heyecanlılık, yalnızlığı yanına buluşmanın renklerini koyduğumuz zaman bunların yüklerini kağıt yüzeyine bırakıyoruz ve bu süreç takılı kalanı üzerimizden atma ve uzaktan bakma şansı veriyor. Bu ikisi mümkün olduğu zaman artık başkalaşabiliriz, yenilenebiliriz ve kişisel dönüşüm mümkün olur.


Sanat terapisi pratiği her şeyden çok bireyin kendi bünyesini canlı tutmasını gerektiren bir pratik. Her terapist çalıştığı pratiğin gölgesinde bir miktar kaybolabiliyor ama kendi atölyesinde kendini canlı tutması yani ifadeler üretiyor olması, dans ediyor olması, çiziyor olması ya da yazıyor olması bunlardan bir yeri kuvvetli bir bağı olması aslında onun terapist olarak ne kadar iyi bir katalizör olacağının belirleyicisi. Siz sıkıştığınız noktaları resimle, şiirle dönüştürüyorsanız, o tıkanıklıkları açıyorsanız, bir başkasının açmasını da çok daha kolaylaştırabilirsiniz. Siz ilhamınızı bol kılıyorsanız, bir kişiyi ilham bulmak konusunda daha iyi yönlendirebilirsiniz. Benim sanat psikoterapisiyle ilgilenen insanlara söyleyeceğim şey sanatla, sanat tarihiyle bağlarını hep canlı tutmaları, çünkü hastalıklı döngülerin kırıldığı nokta, ilham verici duyusal gerçeğe odaklanmak ve bu odağı canlı tutmaktır.

 

Recent Posts

See All

Bilinçteki Akış

Gün boyunca zihnimizden binlerce düşünce akıp geçer. Bunların bir kısmı çöptür, büyük bir kısmı da bir sonraki an’ımızı şekillendirir....

Σχόλια


bottom of page